Roxanne A. Svetlova Slytherin I. Sınıf
Mesaj Sayısı : 14 Kan Statüsü : Safkan Asası : Vampir kanı, anka tüyü, yarı bükülür En Belirgin Özelliği : Sosyalist, Tanrıtanımaz, Veela Hayvanı : Kedisi Cressianna Rp Yaşı : 11 Taraf : Karanlık Taraf Rp Partneri : - İsterim xD Kayıt tarihi : 13/09/08
| Konu: Roxanne A. Svetlova C.tesi Eyl. 13, 2008 5:30 pm | |
| Karakterin;
Adı: Roxanne Alexandra Soyadı: Svetlova Kan Statüsü [Safkan, Melez, Muggle Doğumlu vb.]: Safkan
Fiziksel Portresi [Karakterin herhangi bir resmi ve fiziksel betimlemesi gerekmektedir.]
Roxanne, sade giyinen, genelde siyah-mor renklerinde kıyafetler seçen bir kızdır. Kız gibi giyindiği söylenemez, süslü değildir. Küpe, kolye vb. gibi aksesuarlardan nefret eder. Sarı parlak saçları vardır, gözleri deniz mavisidir. Uzun boylu sayılabilir, ne çok zayıf ne de çok şişmandır.
Kişiliği
Roxanne Rus'tur, eğlenceyi seven komik biridir. Dalga geçmekten hoşlanır, genelde birçok şeyi takmaz. Hayatı önemser ama dersleri önemsemez. Kitap okumaya bayılır, çabuk sinirlenir. Çok düşünür, felsefeye düşkündür. Konuşmaları karışık ve anlaşılmazdır. Bazen söylediklerinden tek kelime anlaşılmaz. Ama genellikle tatlı bir kızdır.İnsanları anlamaya çalışır, sorunları çözen hep odur. Bir grubun başında olmayı sever. Kendine güvenir. Veela'dır. Güzelliği dilleri kenetler, akılları durdurur. Tanrıtanımaz, asla kanıtlanmamış şeylere inanmadığı için tanrıya da inanmaz. Aynı zamanda devrimcidir, herkesin eşit olmasını ister... Ayrımcılık yapmaz. Bu muggle-büyücü arasında geçerli değildir... Oldukça zekidir !!
Zor durumdakilerle dalga geçmez, diğerleriyle geçer. Dalga geçtiği kişiler genellikle bunu hakkeden kişilerdir. Sadece biraz kendini beğenmiştir. Burçlara ya da fala inanmaz, batıl inancı yoktur. Gülümsemeyi sever, ağlamayı da. Biraz plancıdır. Arada durgunlaşır ama onu çok hareketli diye de tanımlayabilirsiniz. Hayvanlara bayılır. Takma isimleri sever. Müziğe bayılır, piyano çalar. Müziğin ona her şeyi anlatabileceğini düşünür. Konuşmadan, müzikle bile anlaşabilir.
Birine bağlandığında kopması zordur, çabuk bağlanmaz. Seçicidir... Her rus gibi o da çoğu kişiyle sizli bizli konuşur. Saygılıdır. İnsanlara soyadlarıyla hitap etmeyi sever... Sözünü çekinmeden söyler... Hoşlanmadığı kişilerden uzak durur, onları görmezden gelir...Büyüyünce ölümyiyen olmak istemektedir... Bir şeye taktımı peşini bırakmaz, inatçı ve sınır tanımazdır. Ancak şımarık değildir. Bazen bencil olabilir..
Ailesi ve Geçmişi [İsteğe bağlı]
Yaşayan Aile Fertleri:
Mischa Lizaveta ~ Mischa ölümyiyendir. Soğukkanlı ve cesurdur. Slytherin'den mezun olmuştur. Safkandır. 20 yaşındadır. Kardeşiyle çok iyi anlaşır ancak annesiyle çok konuşmaz. Aileden ayrı yaşamaktadır, ailesiyle hiç yakın değildir.
Katherina ~ Hayatının yarısını İngiltere'de geçirmiş olan ölümyiyen Katherina 35 yaşındadır. Güzelliği dillere destandır, veeladır. Rusya'da Roxanne'i doğurduktan 5 yıl sonra İngiltere'ye geri dönmüştür.
Agrafena ~ Roxanne ve Mischa'nın teyzesidir, şu an kanserdir. Moskova'da yaşamaktadır. Yeğenlerine çok düşkündür, sosyalisttir.
Ölen Aile Fertleri:
İvan ~ Rusya'da vurularak öldürülen İvan, koyu bir sosyalistti. Bir amerikalı tarafından, hakaret edildiği için öldürülen İvan 40 yaşında ölmüştür. Kızlarına oldukça değer veren bu baba, ne iyi ne de kötüydü. Herhangi bir tarafı yoktu. Safkandı...
Geçmişi : Roxanne, kalın, eski ve tozlu kitaplarla büyüdü. Zekasının diğer çocuklardan farklı olduğu herkes tarafından anlaşılmıştı. Her arkadaşını sorularıyla eziyor, tanrıtanımazlığıyla tanınıyordu. 7 yaşından sonra, sosyalistlik belirtileri de başlamıştı. Ve bu onu bir süre yalnız bıraktı. Arkadaşları ondan soğuyordu, çünkü onlardan çok üstündü. Güzelliği yüzünden herkes ona hayran kalıyordu. Saçlarının meleklerinkiler kadar yumuşal olduğu konuşuyordu. Gittikçe kurnazlığı ve zekasını nelere kullandığı anlaşıldı. 10 yaşında İngiltere'ye taşındılar. Roxanne oraya taşındıkları için bir süre annesiyle konuşmadı. Moskova'yı hep özledi..
Örnek Rp'si [Kişinin kendi yaptığı herhangi bir rp olabilir fakat özellikle uyarmalıyım ki; belirli bir Rp seviyesini geçmemiş üyelerdenseniz Hogwarts'a kabul edilmezsiniz!]
Sabahın ilk ışıklarıyla erkenden uyandı Roxanne, her sabahki gibi odasının küçük penceresinden içeri giren ışıklar yatağının üzerinde gezinerek uyandılar onu. Yeni bir günün başlamasının anlamsızlığıyla yatağında doğruldu, her zamanki gibi sessizlik ve yalnızlıkla geçecek bir gündü. Belki de çok daha bunaltıcı olacaktı. Bu kötü düşüncelerle uyanmak o kadar kötüydü ki! Beyaz perdelerin arasından sızan ışık gözünü aldığında, pek işe yaramasa da elini koydu araya, ışıklara engel olamıyordu ama... Eğer isterlerse parmaklarının arasından sızarlardı Rox'a doğru. Küçük ve dağınık odasında yatak bir duvara yaslanmıştı. Üzerindeki kırmızı yorgan yerlere sürünüyor, Rox'un çılgın uyuyuşundan nasibini almış bir şekilde öylece duruyordu. Yatağın karşısındaki, odaya zor sığdırılmış dolabın kapağındaki postere bakarak uyanması hoşuna gidiyordu. Dolap beyazdı, kenarlarında çiçek desenleri vardı, mor, pembe, kırmızı, sarı... Güzel ama eski bir dolaptı bu, babası bunu yıllar önce, ölmeden 2-3 sene önce almıştı. Hala duruyordu ve artık beyazlığından çok eser kalmamıştı. Hiç kimse temizlemediği için kaderine razı oluyordu. Ne Sienna Ooresta, ne de eve temizliğe gelen Bayan Melody. Annesinin ısrarları ve emirleri yüzünden Rox'un odasına girmiyor, girse bile temizlemiyor, toplamıyordu. Tüm bu işler Roxanne'e kalıyor, o da tembelliğinden çoğu zaman ihmal ediyordu. Bir süre sık sık gerindi, esnedi. Ardından ağrıyan gözlerini ovuşturdu, yatağının sertliği sırtını ağrıtmış, onu acıya boğmuştu. Daracık yatağından indi, çıplak ayakları tüylü, beyaz halıya değdi. Odası oldukça küçüktü, yatağın karşısında bir dolap, onun yanında bir çalışma masası, duvarlarda annesine inat olarak asılmış müzik gruplarının posterleri ve halının üzerine yığılmış kitaplar ve günlüğü. Kitapların yanındaki, yere atılmış kıyafetleri de unutmamak gerek tabii. Bu manzara(!)'ya alışmış olan Arwen tekrar gerindi, ardından odasından isteksizce çıktı, yine o kadının yüzünü görecekti. Süslü ve abartılı kıyafetlerini görmek, ağır parfümlerinin koklamak zorunda kalacaktı. Banyoya doğru giderken aşağıdan annesinin sesini duydu, belli ki mutfakta sadece kendisi için o diyet kahvaltıdan hazırlıyor, bir yandan da telefonla konuşuyordu. Yukarı kattan görmese de gözünün önüne geldi hali, omzuyla kulağında tutmaya çalıştığı telefonu, önünde de diyet mısır gevreği tabağı ve kutusu... Somurtarak banyoya girdi, en azından burası ortak olduğu için temizdi! Yüzüne bir kaç su atarak uykusundan kurtulmaya çalıştı, mahmurluğunu üzerinden attı. Tekrar, banyoya yakın odasına girdi. Biraz aydınlanması için perdeleri çekti kenara, güneş ışığı bu fırsattan hemen yararlanarak odaya doldu. O sırada Arwen dolabının kapağını açarak içine bir göz attı, birkaç kıyafet vardı, 2 ayakkabı, bir kaç da elbise. Kıyafet alacak fırsatı yoktu ki! Hem görünüşüne hiç önem vermiyordu, zaten kimse onu beğenmezdi ki! Kim bakardı ona? Çirkin, kısa boylu ve yok olmak üzere bir kızdı!...
Giymeyi sevdiği, rahat bir kot seçti. Oldukça sadeydi, açık renkli, eskiydi. Ama böyle daha çok seviyordu, paçaları yırtık, ceplerinin kenarları da. Zamanla bu hale geliyordu, fakat bu Rox'u rahatsız etmiyordu. Üzerine de bordo, bol bir tişört seçti. Üzerinde hiç bir deseni yoktu, sade ve rahattı. Giyindikten sonra aynanın karşısına geçti, kendisini görmeyi sevmese de saçını toplamak için karşı karşıya gelmek zorundaydı bu solgun yüzle. Aceleyle dağınık bir atkuyruğu yaptı, sarı saçları eskiden, daha neşeliyken uçlarını siyaha boyamıştı... O zaman ne kadar seviyordu kendisini, güzel ve çekici olduğunu düşünüyordu, oysa şimdi bunu düşünmekten utanıyordu. Geçmişini de hatırlamak istemiyordu, geleceğini de görmek... Masasının üstündeki fotorafa kaydı gözleri, babası ve o. Daha 3 yaşındaydı o zaman, babası da genç ve sağlıklı. Güçlü bir seherbaz... Her zaman ona özenmiş büyülerini ilgiyle izlemişti minik Roxanne. Ne zaman baloncuklar çıkarsa, ya da güzel kelebekler uçursa neşeli kahkahalar atar, babasına sarılırdı. Bayan Sienna ise bir köşede asık suratla bakardı onlara, ne kıskanır ne mutlu olurdu. Duygusuzdu sanki , kalpsiz... Aklına annesi gelince fotoğraftan ayırdı gözlerini. Yerdeki kitaplara basmamaya çalışarak çantasını altı ve odasından çıktı. Evden bir an önce çıkmak istiyordu, merdivenlerden hızlıca indi, bunu seviyordu; merdivenlerden koşarak inmeyi. Çocukken bu yüzden kolunu bile kırdığı olmuştu...
Annesi salonda, rahat koltuğuna kurulmuştu, kucağında bir tepsi vardı, üstünde de mısır gevreği. Televizyon izliyordu, muggle gibi yaşamayı seviyordu Sienna Ooresta, çoğu zaman büyü yapmaktan kaçınırdı. Büyücüleri ahmak şaklabanlar olarak görürdü, kendisi de öyle olsada... Roxanne'in ayak seslerini duysa da şöyle bir bakmadı bile, televizyona dikmişti siyah gözlerini.
' Ne kadar rahatsız böyle? Nasıl karar verdiniz bunu almaya, zevkiniz gerçekten çok garip... '
Yine o salak dizi, diye düşündü Roxanne. Annesinin her zaman izlediği, sabahları oynayan bu muggle dizisinin komik olduğunu düşünüyordu belli ki. Oysa Rox'a göre iğrenç, saçma bir diziydi - bir ara azıcık çaktırmadan izlemiş, sonra asla bir daha bakmamıştı - Mutfağa doğru giderek kendine aceleyle bir kahvaltı hazırladı. Kahvaltı yapmayı severdi, en azından yemek yemek hoşuna gidiyordu. Annesinden uzak bir yere oturarak hızla ağzına attı lokmaları ikişer ikişer... En son bir yeşil zeytini attı ağzına, ardından tepsiyi geri götürüp mutfağa isteksizce yıkadı. Sienna Ooresta'dan daha çok iş yapması hiç hoşuna gitmiyordu, ama yapmadığı zaman pis bakışlar hissediyor, rahatsız oluyordu... Çantasının içine bir göz gezdirdi, anahtarı orada mı diye. Yoksa eve giremezdi, annesi sağ olsun kapıyı çaldığında delikten kızını görürse kapıyı açmıyordu. Sonunda kurtulduğuna sevinerek evden çıktı. Kapıyı ardından çekıerek bahçeden geçti. Bahçe kapısını da ittirerek rahatladı, evet, artık evden uzaktaydı! Annesinin yüzünü bir saat bile olsa görmeyecekti! Nereye gideceği hakkında hiç bir fikri olmadan öylece yürüdü, kaldırımdaki pembe-beyaz taşların üzerinde hafifçe yürüyordu. Ayakkabıları eski, beyaz converselerdi. Daha çok grilerdi aslında... Zayıf ve kısa boyluydu Roxanne, tatlı bir yüzü vardı aslında, hiç belli olmasada... Feardery sokağından çıkarak beyaz evleri ardında bıraktı, Muggle sokakları, Londra, Rusya'ya hiç benzemiyordu. Burası hep yağmurluydu.. Moskova ise gösterişli, çoğu zaman karlı ve soğuktu. Seviyordu orasını, çok uzakta da olsa, senelerdir görmemiş de olsa... ' Moskova, yine orada olmak istiyorum. Yine özgür olmak... ' diye mırıldandı Roxanne, ince sesi kulaklarına doldu. Kendi kendine konuşmak, evet tek yapabildiği buydu. Ağzı hareket etmeye değil, öylece durmaya alışıktı... Muggle sokaklarını aştı, büyücülerin arasına girdi. Onlarla olmayı seviyordu, daha neşelilerdi. Mugglelar karamsar ve dünyanın değerini bilmezdi. Hepsi birer ahmaktı! Onları çok sevmiyordu aslında Roxanne. Annesinin tersine o büyücülere bayılıyordu! Sokakların güzelliği, büyünün ihtişamı... Dükkanlara teker teker bakıyor, tabelararı okuyordu. Sonunda kendine uygun, sessiz, sakin bir yer bulmuştu : Tediursa Çayevi Kapıyı ittirdi, çalan çanla birlikte bir masa kestirdi gözüne, uzak bir yerde... Sandalyeye bıraktı kendini. Ve sadece bir çay istedi garsondan...Roxanne, her zamanki gibi merdivenlerden koşarak indi. Son basamakta sırtında kötü bakışlar hissetti, arkasında olabilecek ve böyle bakışlar atabilecek tek kişi annesiydi. Bayan Ooresta...
' Bana öyle bakmayı kes! ' dedi isteksizce Roxanne, aslında bunu söylemek istemiyordu. Annesiyle konuşmayacağına yemin etmişti çünkü! Nasıl olmuştu da ağzından düşündükleri çıkıvermişti. Ama artık çok geçti, ses dalgaları çoktan annesinin kulaklarına dolmuştu. Ve kötü bakışlar keskinleşti, inatla daha da can yakar oldular. Rox, ister istemez korktu. Annesine sataşmıştı, ve sonucunun kötü olacağını biliyordu. Bir sabah uyandığında dilsiz (!) annesi kapıyı kilitlemiş olabilirdi. İçinden kendisine lanetler yağdırarak bir merdiven basamağı daha indi. Ardından yerinden zıplamasına sebep olan yüksek, ve yine istemeden çıkan bir ses duydu.
' Benimle nasıl konuşacağını kimse öğretmedi mi sana?! Terbiyesiz! İçine kapanık... '
Bir anda üstüne hücum eden hakaretlerle içindeki sinir arttı, gittikçe sinirleniyordu. Sakin olmaya çalışsa da olmuyordu işte, senelerdir bekleyen sözler ağzından çıkıverecekti. Biliyordu bunu, ne kadar engellemeye çalışsa da..
' Seninle mi? Sen benimle tek kelime bile konuşmuyorsun, annem misin? Yoksa evimdeki bir hayalet mi belli değil! Kızınım ben senin! KIZIN '
dedi gözlerinden akan yaşlara dayanamayarak, ondan hiç bir zaman gereken sevgiyi alamamıştı, o şefkatli anne özelliği yoktu bayan Ooresta'ya. Roxanne ondan sadece azıcık bir sevgi istemişti, ama Sienna Ooresta da o da yoktu... Sanki biri tarafından çekip alınmış gibi tüm iyi özellikleri yok olmuştu. Her gün salak arkadaşlarıyla konuşuyor, onlarla geziyor, para harcıyordu. Bir anne değilde, ismi ağza alınmayacak bir şeydi sanki. Rox bu sözcüğü onun yüzüne haykırarak söyleyebilirdi, çünkü öyle olduğunu düşünüyordu, evet! Öyleydi işte! Ama korkuyordu. Yüzüne gelecek bir tokattan korkuyordu. Bir süre sessizlik oldu, belli ki Bayan Ooresta da bir şey söyleyemiyordu. Her zamanki gibi birbirlerine karşı susuyorlardı işte. Ne kadardır hiç kavga etmemişlerdi, ondan bile yoksundu bu küçük aile, tabii aile denirse. Rox annesi istese barışırdı belki, ama bu eskide kalmıştı. Çünkü ondan artık nefret ediyordu! Onu yalnız, bir başına bıraktığı için! Eğer içine kapanıksa, suskun, sessiz ve asosyalse bu kesinlikle onun suçuydu. O bir cadıydı! Masallardaki gibi, babası öldükten sonra gerçek yüzünü göstermişti işte. Meğer herşey para içinmiş.. Roxanne babasına acıyordu, o kadına nasıl aşık olmuştu? Nasıl kanmıştı?!
' Bir büyücüsün sen! Neden konuşayım ki? Kendini beğenmiş, bir şaklaban! Hepiniz boşsunuz işte! ' ' Kendini beğenmiş olan sensin! Kibirlisin, herşey senin olsun istersin! Bencil, doymaz paragöz bi' insansın sen. Kim bir şey teklif ederek bir şey isterse yaparsın! Çıkarcısın işte! Nasıl bir insan, annesin sen? Böyle nasıl yaşarsın? '
Bağırmaktan yorulmuş, ağlamaktan başı ağramaya başlamıştı kızın. Ama bu kavgada istediği herşeyi söyleyecekti, onu sövücek, terbiye, ahlak dinlemeden saldıracaktı. Çünkü senelerdir bu anı bekliyordu. Annesi onunla hiç konuşmamıştı, şimdi Roxanne konuşmuştu işte. Annesi de sanki bunu bekliyormuş gibi hemen cevap vermişti. Üstelik bağırmaktan hiç hoşlanmazdı Rox. Ona bağırılması veya emir verilmesi en nefret ettiği şeydi.
' BENİMLE DÜZGÜN KONUŞ YOKSA! - ' ' Yoksa ne olur? Nefret ediyorum senden! İğreniyo- '
Yüzüne büyük bir acı yayıldı, sert bir darbeydi, yanağına inmiş, içindeki tüm nefrete birkaç tane daha tomurcuk katmıştı sanki. Acı, onu kaplarken, üzüntü daha da üste çıkıyordu. Göz yaşları sel gibi akıyor, tişörtünü ıslatıyor, bazen de parkeye damlıyordu. Şimdi o ' şlak ' sesinden başka hiç bir ses yoktu aklında Rox'un... Ona tokat atmıştı! Tahmin ettiğinden de çok içini acıtmıştı bu onun. Annesi onu dövmüştü, demek bu kadar nefret ediyordu ondan. Yapabileceğini düşünmüştü, ama şimdi bu ona imkansızmış gibi geliyordu. İlkti bu, ama belki de son değildi Sienna Ooresta'nın kulağına sadece koşarak çıkan ayak sesleri geldi, Roxanne, bir daha gelmemek üzere gidiyordu sanki odasına. İçinde herhangi bir pişmanlık olmasa da küçük bir üzüntü vardı , süzülüp giden duygularından kalan bir parça üzüntü... Çünkü bir insan asla tamamen kötü olamaz... | |
|